Bölüm 1: Haritanın Çağrısı
İstanbul’un arka sokaklarındaki eski taş konakta, dedesinden kalan tozlu bir sandığın içinde saklıydı sır. Harun o sabah hiçbir şeyin değişmeyeceğini sanarak uyanmıştı. Ancak sandığın içinden çıkan deri kaplı kitap ve arasına gizlenmiş bir harita, kaderin bambaşka bir sayfasını açtı. Harita, bilinmeyen bir diyara açılan yolu gösteriyor, altında şu söz yazıyordu:
“Zaman yalnızca geçen değildir; bazen saklanır, bazen unutulur. Onu bulacak olan, yüreğiyle görendir.”
Harun’un kalbi, bu sözleri okurken hızla atmaya başladı. Bir çağrıydı bu — kendisine ait olmayan ama içinden gelen bir ses gibi tanıdık.
Bölüm 2: Zemheria Kapısı
Harita onu, Karadeniz’in kıyısında, sisle örtülü bir vadideki kayıp manastıra götürdü. Ay ışığında parlayan taşlar, spiral bir desen oluşturuyordu. Tam ortasında, büyüyle mühürlenmiş dev bir kapı: Zemheria.
Harun elini kapıya uzattığında, taşlar titreşti. Zaman bir an için durdu. Sonra içeri çekildi… ve dünya altüst oldu.
Gözlerini açtığında yıldızsız bir gökyüzü, yere gömülü saat kuleleri ve havada süzülen zaman parçacıklarıyla dolu bir diyarda buldu kendini: Erah.
Bölüm 3: Erah’ın Çocukları
Erah, zamanın içinde unutulmuş çocukların diyarıydı. Burada yaş alan yoktu ama umut tükenmişti. Çocuklar, geçmişlerini hatırlamıyor, geleceğe inanmıyordu. Onlara göre zaman bir hastalıktı — ve bu hastalığın adı “Teymar”dı.
Teymar, Erah’ın gölgelerinde yaşayan bir varlıktı. Duyguları emiyor, anıları siliyor, umudu yiyerek güçleniyordu. Her karanlık düşünce, onun bedenine yeni bir parça katıyordu.
Harun’un gelişi, bir kehanetin habercisiydi. Çocuklar ona “Zaman Yolcusu” adını verdi.
Bölüm 4: Lirya ve Işığın Sırrı
Harun’un en yakın dostu, hafızasını yitirmemiş tek çocuktu: Lirya. Sessizdi, gözlerinde bin yıllık bir yalnızlık vardı. Ama Harun’un yanında gülümseyebiliyordu. Lirya ona zamanı nasıl dinleyeceğini, gölgelerle nasıl konuşacağını öğretti.
Birlikte Kadim Saat Ustası Niram’ı bulmak için Batı Ormanı’na yollandılar. Orada, geçmişin yankılarını tutan bir saat kalbi vardı. Kalbi dinleyen, zamanı bükebilirdi.
Ama bu yolculuk kolay değildi. Teymar’ın gölgeleri onları izliyor, Harun’un zihnine fısıldıyordu:
“Sen de unuttuğun şeylerin üzerindesin… Annene verdiğin sözü, korkularını, kaçtıklarını…”
Harun korktu, ama Lirya’nın varlığı onu ayakta tuttu. Birbirlerine yoldaş değil, umut oldular.
Bölüm 5: Teymar’la Yüzleşme
Zamanın Merkezine — Krono Kulesi’ne — ulaştıklarında Harun geçmişiyle yüzleşti. Annesi hastayken yanında olamamanın pişmanlığı, dedesine veda edemeden gidişi, kalbini yaralamıştı. Teymar tam da bu acılardan besleniyordu.
Teymar şekilsizdi, korkular kadar eski, pişmanlıklar kadar gerçekti.
“Beni yenemezsin,” dedi Teymar.
“Çünkü sen de geçmişine yenilmişsin.”
Ama Harun’un yanıtı bu sefer farklıydı:
“Evet, geçmişimi taşıyorum. Ama onunla yürümeyi de öğrendim.”
Annesinin ona öğrettiği bir ninniyi mırıldandı. Lirya’nın ellerinden ışık yükseldi. Diğer çocuklar, ellerini birleştirip ona katıldılar. Zaman ilk kez Erah’ta yeniden aktı.
Teymar çığlık attı, gövdesi parçalandı. Ama yok olmadı. Çünkü Teymar bir varlık değil, bir olasılıktı. Korku her zaman bir yerde beklerdi — ama artık umut da öyle.
Bölüm 6: Yolculuk Devam Ediyor
Harun Erah’tan ayrılmadı. O artık bir Zaman Yolcusu’ydu. Geçmişin yükünü sırtlayan, unutulan hikâyeleri bulan ve yeniden yazan bir yol gösterici.
Lirya onunla kaldı. Birlikte, başka diyarları ziyaret ettiler: Uyuyan Saatler Vadisi, Sonsuz Günbatımı Ormanı, Rüya Kuyusu…
Her çocuk bir evren, her hikâye bir kapıydı.
Ve Harun her kapıda aynı soruyu sordu:
“Sence zaman gerçekten geçip gidiyor mu, yoksa biz mi onu unutuyoruz?”
SON
Bu içeriği paylaşın: