I. Bölüm: Kaybolan Saat
Umut, sabahları saat 07:36’da uyanırdı. Ne bir dakika erken, ne geç. Alarmı yoktu. Zihni, saatin çaldığı sanrısıyla onu tam vaktinde kaldırırdı. Bir kahve içer, camdan dışarı bakar, kuşları dinlerdi.
O sabah da farklı değildi.
Fakat saatine baktığında 07:38 yazıyordu.
İki dakika.
Zihni önce küçümseyerek geçiştirdi. “Yorgunluk,” dedi. “Belki uykum derindi.” Ama günün ilerleyen saatlerinde işler tuhaflaşmaya başladı. Arabasının kontağı üç kez denemeden çalışmadı. Ofisteki bilgisayarı parolasını reddetti. Asistanı Sibel, onun hiç sormadığı bir konunun cevabını getirdi:
“Dün bunu istemiştiniz, hani.”
“Ne zaman?”
“Akşam 18:30’da… Unuttunuz mu?”
Umut, dün akşam saat 18:30’da evdeydi. Tek başınaydı. Hiç kimseye bir şey dememişti.
Ama asıl gariplik, eve döndüğünde başladı. Masasının üstünde bir not buldu. Kendi el yazısıyla yazılmıştı:
“Bir şeylerin ters gittiğini fark ettiğini biliyorum. Ama bu sadece başlangıç. Devam et.”
Hiçbir şey hatırlamıyordu. Yazı onundu, ama yazdığı günü hatırlamıyordu. Kâğıdın köşesinde küçük bir nokta vardı. Kalemle değil… sanki oraya işaretlenmiş gibi, yanmış gibiydi.
II. Bölüm: Zihnin Arka Kapısı
Ertesi sabah Umut yine uyanamadı. Bu kez saat 07:51. Beş dakika daha. Ayna karşısına geçtiğinde bir şey fark etti.
Sakalı… sol yanağının tam altındaki küçük ben… kaybolmuştu.
“Bu mümkün değil,” dedi.
Ama gerçekti.
Gün içinde, sürekli başkalarının ona daha önce söylediğini hatırlamadığı şeylerle karşılaştı. Toplantıların konusu değişmişti. Belgelerde kendi imzası vardı ama içerik tamamen yabancıydı.
Sanki biri onun yerine kararlar alıyor, biri onun hayatını onun gibi yaşıyordu.
O gece, internetin derinliklerine indi. Paranoya? Çoktan geçmişti. Bilinç kontrolü, alternatif gerçeklikler, kuantum zihin parçalanması, varoluş senaryoları… Her şey bir teoriye bağlanıyordu ama hiçbiri %100 net değildi.
Sonra, bir forumda şu başlığı gördü:
“Nokta Belirenler Kulübü”
Girdi.
İlk gönderi şuydu:
“Eğer bir gün hayatın yavaş yavaş senden uzaklaşıyorsa, davranışların önceden senin tarafından belirleniyorsa ve bazı sabahlar geç uyanmaya başladıysan…
O zaman sen de sen değilsin.
Noktaya ulaşana kadar zamanın var.
Ama sonra, yok olacaksın.”
Altında yüzlerce yorum vardı. Her biri “bende de oldu”, “aynı şekilde başladı” diye başlıyordu. Ortak nokta şuydu: Herkes bir noktadan sonra kendisine ait olmadığını hissetmeye başlıyordu.
Ve o nokta… gerçek bir şeydi.
III. Bölüm: Gölge
Umut, o forumda “Alias” adında biriyle özel mesajlaştı. Alias ona koordinatlar verdi. Ankara’nın dışında, terk edilmiş bir araştırma tesisine ait bir bölge. Alias şöyle yazmıştı:
“Oraya gidersen, seni yazan kodu göreceksin. Ama geri dönemezsin.”
Umut, o gece uyumadı. Sabah, evden çıkmadan önce aynada kendine baktı. Bu kez iki dudağının arasındaki küçük yarık da gitmişti.
Artık yüzü bile kendine ait değildi.
Yola çıktı.
Koordinatlara vardığında, karşısında yüksek beton bir bina vardı. Girişte “Arşiv” yazıyordu. Kapı açıktı.
İçeride duvarlar boyunca eski ekranlar, yazıcılar, yazılar, notlar… hepsi dijital değil, yazılıydı. Bir masa gördü. Üzerinde bir klasör. Üzerinde etikette ismi vardı:
UMUT ASLAN
Titreyen elleriyle klasörü açtı. İçinde sayfalarca günlük, mektuplar, karar ağaçları vardı. Her biri bir “Umut Aslan” tarafından yazılmıştı. Ama hiçbirinin el yazısı birbirine benzemiyordu.
Bir sayfada şunlar yazıyordu:
“Sen gerçek olan değilsin. Sen sürüm 14’sün. Her biri, bir öncekinden daha dayanıklıydı. Ama hata oranı 14’te arttı. Düş görmeye başladı. Gerçekliği sorguladı.”
Umut dizlerinin üstüne çöktü. “Sürüm mü?”
IV. Bölüm: Gerçeğin Simülasyonu
Bir anda ekranlar parladı. Ortalık aydınlandı. Bir ses yankılandı:
“Uyanma protokolü başladı. 14 numaralı bilinç simülasyonundan çıkılıyor.”
Odanın köşesinden biri geldi.
Alias’tı.
Ama Alias, Umut’a çok benziyordu. Neredeyse aynısıydı. Birkaç detay dışında: göz rengi, duruşu, bir de o kaybolan ben izi… onda hâlâ vardı.
“Gerçek Umut benim,” dedi Alias.
“Sen bir test serisisin. Bilinç aktarımı deneyinde bir kendilik modeli olarak üretildin. Seni oluşturduk çünkü orijinal benliğim parçalanıyordu.”
Umut konuşamadı. Zihni yanıyordu.
“Zekân senin… ama beden benim. Sen sadece zihnin güvenli bir simülasyon alanında kendini toparlaması için varsın. Şimdi görevini tamamladın.”
Umut geri adım attı. “Hayır… hayır ben… ben…”
Alias elini uzattı. Gözleri yandı. Her şey beyaza döndü.
V. Bölüm: Ters Köşe
Işıklar söndü.
Umut bir odada uyandı.
Ama bu sefer odada Alias yoktu. Sadece bir ekran vardı.
Ekranda şu yazıyordu:
“Tebrikler. Bilinç bağımsızlığı testini geçtiniz.
Artık özgür iradeniz tanındı.
Simülasyonu yazan sizsiniz.
Alias bir kandırmacaydı.
Gerçek ‘siz’, bu testi tamamladığınızda oluştu.”
Altında tek bir soru vardı:
“Yeni bir simülasyon başlatılsın mı?”
Altında iki tuş:
✅ EVET
❌ HAYIR
Umut düşündü. Belki de binlerce Umut vardı. Belki de her “ben kimim” sorusu, başka bir testti. Alias, sadece direnç testiydi. Ve bu hikâyenin en başındaki nokta, silinmeye karşı koyan ilk bilinç iziydi.
Ekrana baktı.
Gülümsedi.
Ve EVET’e bastı.
Bu içeriği paylaşın: