Kumdan Gelen

Kumdan Gelen


1. Bölüm: Terkedilmiş Bir Kasaba

Sarpköy, haritalarda bile zor bulunan, Ege kıyısına sıkışmış bir balıkçı kasabasıydı. Eski zamanlarda limanı, küçük fabrikası, cıvıl cıvıl pazarlarıyla tanınırdı. Ancak bir gün, sanki zaman oradan çekilmişti. Nüfus azalmış, dükkanlar kapanmış, yollar yosun tutmuştu. Şimdi orada sadece birkaç yaşlı, birkaç inatçı balıkçı ve hiçbir yere ait olmayan bir adam yaşıyordu: Levent.

Levent, kırk yaşına merdiven dayamış, geçmişini geride bırakmış, “yeni bir sayfa” diyerek buraya yerleşmişti. Gazetecilik yaparken adı duyulmuş, büyük haberlerin peşinde koşmuş, ama bir olay —kimseye anlatmadığı bir vaka— her şeyi bırakmasına neden olmuştu. Sarpköy’e geldiğinde, köhne bir ev kiraladı, basit balıkçılıkla geçinmeye başladı.

O yaz, deniz çekildi.

Fiziksel olarak değil. Balıkçılar, “deniz uzaklaştı bizden” demeye başladı. Ağlar boş dönüyor, pusula bozuluyor, martılar bile kıyıya uğramıyordu. Geceleri ise kumsalda tuhaf izler beliriyordu: üç parmaklı, derin, sanki yumuşak zeminde yürüyen bir şeyin izleri.

Levent önce ilgilenmedi. Ama sonra, kumsalda bir şişe buldu. İçinde sararmış bir kâğıt vardı. El yazısıyla tek bir cümle:

“Kumdan gelen, geçmişi unutanları hatırlatır.”

Levent’in kalbi ilk kez uzun zaman sonra hızlandı.


2. Bölüm: Sır Dalgaları

Levent, şişeyi kasabanın eski sahafına götürdü. Sahaf Hülya, köydeki tek genç kadındı. Sarpköy’de doğmuş ama İstanbul’da büyümüş, sonra gizemli bir şekilde geri dönmüştü. Levent şişeyi ona gösterdiğinde gözleri büyüdü.

“Bu cümleyi ben daha önce bir defterde gördüm,” dedi.
“Bundan yıllar önce burada bir kız çocuğu kaybolmuştu. Adı Nisan’dı. Bir gün, böyle bir not bulmuşlar onun yastığının altında: ‘Kumdan gelen, geçmişi unutanları hatırlatır.’

Levent başta bunun bir tesadüf olduğunu düşündü ama ertesi gün sahilde bir şey buldu: kırık bir bebek kolu. Kumun üstünde duruyordu, paslı, yıllar öncesinden kalma gibiydi. Yanında küçük, plastik bir anahtarlık vardı. Üzerinde “Nisan 2001” yazıyordu.

Ama o yıl Levent orada değildi. Orada olamazdı.

Yine de tuhaf bir şey hissetti: Bu ismi tanıyordu.


3. Bölüm: Kaybolanlar Listesi

Levent o gece uykusunda bir isim fısıldandığını duydu. Kulaklarının dibinde yankılanan ses “Nisan… Nisan…” diyordu. Terle uyanmıştı. Sabah, Hülya’yı tekrar görmeye gitti.

Bu kez ona eski gazete küpürlerini gösterdi. Kaybolanlar listesi vardı:

  • Nisan Karaca – 6 yaşında – 2001
  • Yavuz Erel – 12 yaşında – 1985
  • Hüseyin Arıkan – 24 yaşında – 1994

Levent’in gözü bir anda bir başka isme takıldı.

Levent Yüce – 9 yaşında – 1989 – ‘Cesedi bulunamadı’

O an kanı çekildi. Aynı adı taşıyan bir çocuk… Aynı soyad. Aynı doğum tarihi.

Aklına deli bir düşünce geldi. Ya… kendisi bu kaybolan çocuktuysa? Ya geçmişini hatırlamıyorsa? Ya çocuk yaşta kaybolmuş, sonra bir şekilde “yeniden” hayatına devam etmişse?

Saçmaydı.

Ama sonra telefon çaldı. Numara yoktu. Karşıdaki ses sadece fısıldadı:

“Unuttuğun yer, seni unutmaz.”

Levent telefonu fırlattı.


4. Bölüm: Kumun Altında

Levent, geceyi sahilde geçirmeye karar verdi. Kumda, fenerin hemen yanında ateş yaktı. Uyumadı. Saat gece 03:00’e yaklaştığında bir şey fark etti.

Kum… hareket ediyordu.

Sanki alttan nefes alıyor gibiydi. Küçük dalgalar oluşuyordu, ama deniz kıpırtısızdı.

Sonra… kumdan bir el çıktı.

Parmakları uzun, tırnakları yosun tutmuş, bileği yoktu. Sadece kol, sonra bir kafa, bir beden… İnsan değildi bu. Kumun içinden şekillenmiş bir varlık… Gözleri yoktu ama Levent’e baktı.

Levent donmuştu. Varoluşuna dair bildiği her şey, bir çığlık gibi içinden patlıyordu.

“Ben senim,” dedi yaratık.
“Sen unutmayı seçtin. Ama biz seni hatırladık.”

Levent bağırmak istedi, koşmak… ama kımıldayamadı. Kumun içinden çocuk kahkahaları yükseldi. Nisan’ın sesi, Yavuz’un… Ve sonra kendi sesi.

“Ben Levent değilim,” dedi varlık.
“Senin yerini aldım. O gece sahilde, yıldızlar düştüğünde sen gittin. Ben geldim.”


5. Bölüm: Ters Yüz

Sabah kasabalılar sahilde bir adam buldular. Üstü başı kuma bulanmış, gözleri boş bakıyordu. Ne konuşuyordu, ne tepki veriyordu.

Kimlik sorulunca sadece şunu fısıldadı:

“Ben Nisan’ı gördüm.”

Ardından hiçbir şey söylemedi. Aylarca, yıllarca konuşmadı.

Levent’in evi boşaltıldı. Eşyaları satıldı. Kimse nereye gittiğini bilmedi. Bazıları onu hâlâ Sarpköy’de görüyor. Kıyıda tek başına otururken… bazen çocuklara gülümsüyor, bazen de bir bebek kolunu kuma gömüyormuş gibi davranıyormuş.

Ama asıl garip olan, o gün sahilde bulunan adamın cebinden çıkan tek şeydi:

Eski bir gazete küpürü.

Başlığı şuydu:
“Sarpköy Sahilinde Gizemli Kayboluş: Levent Yüce’nin Cesedi 30 Yıl Sonra Bulundu”



Bu içeriği paylaşın:

Leave a Comment

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir