Kırkayak Mezrası

Kırkayak Mezrası

1. Bölüm: Geri Dönüş

Halil, Ankara’da tarih öğretim üyesi olarak çalışan, düzenli ve yalnızlıktan keyif alan bir adamdı. Bir sabah, rektörlüğün masasın üzerinde bulduğu, kahverengi ciltli eski bir zarfla değişti dünyası. Zarfın içinde babasının öldüğüne dair resmi bir belge, Kırkayak Mezrası’ndaki evin tapusu ve bir anahtar vardı. Yirmi dört yıldır gitmediği köyü, çocukluğunun gölgeli coğrafyası, yeniden onu çağırıyordu.

Kırkayak Mezrası, Yozgat’ın kuzeydoğusundaki dağların arasına sıkışmış, haritada bile zor bulunan bir yerdi. Zamanın unuttuğu bu köyde sadece yıkılmış evler, ot bölükleri ve eski taş mezarlar vardı. Halil, kararsızlıkla çıktığı yolda arabasının camından dışarı bakarken, toprak yoldaki çatlaklar gibi hafızasında da eski anılar beliriyordu.

Annesi onu apar topar şehre götürdüğü gecede köyde bir yangın çıkmıştı. Babası ise kalmayı tercih etmişti. O gecenin dumanı, Halil’in hatırasında hep sıkışıp kalmıştı. Neden gittiklerini hiç tam anlamıyla öğrenememişti. Ta ki bugüne kadar.

2. Bölüm: Eğer Taşlar Konuşsa

Köye vardığında saat öğleye yakındı. Ev yılların yıpratmasına rağmen sapasağlamdı. Taş duvarların arasından sızıp gelen yosun kokusu, içeride onu bekleyen yılların sessizliğini anlatıyordu. Anahtarla kapıyı açtığında karşılaştığı şey ise bir zaman kapsülü gibiydi. Masada yarım kalmış bir mektup, bir bardak bozulmuş su ve duvarda asılı duran bir geyik boynuzu.

Mektup babasının el yazısıyla yazılmıştı. Ancak yarım bırakılmıştı:

“Eğer bunu okuyorsan Halil, demek ki ben… ben başaramadım. O şey… geri geldi. Ve bu defa…”

Cümle burada kesiliyordu. Halil mektubu elinde tutarken evin içindeki sessizlik sanki daha da derinleşmişti. Köyde kimse yoktu ama birinin gözlediğini hissediyordu. Bu bir paranoya mıydı, yoksa mezra gerçekten konuşuyor muydu?

3. Bölüm: Kuyu

Evle samanlığın arasındaki eski kuyu, Halil’in çocukluğunda hep yasaklı bölgeydi. Babası asla yaklaşmasına izin vermezdi. Halil, öğle saatlerinde cesaretini toplayıp kuyuya yaklaştı. Taş duvarları yosun tutmuştu, içine bakmak bile tüyler ürperticiydi. Ancak tam o anda, kuyunun dibinden yankılanan bir ses geldi:

“Halil… Halil buraya gel…”

Sesi duymasıyla geri adım atması bir oldu. Mantığı bunun imkansız olduğunu söylüyordu ama kalbi… kalbi korkudan göğüs kafesine sığmaz hale gelmişti.

4. Bölüm: Defter

Gece evde tek başına kalan Halil, babasının çalışma odasını karıştırmaya karar verdi. Duvarın içinden çekmeceli eski bir dolap buldu. Dolabın arkasına gizlenmiş siyah deri ciltli bir defter vardı. Kapakta tek kelime yazılıydı: “Korugan”.

Defteri açtığında içeride yıllar boyunca yazılmış tuhaf günlükler, semboller ve ritüel tarifleri vardı. Babası, köyün altındaki eski bir yer altı yapısından söz ediyordu. “Korugan” adını verdiği bu yer, çok eski bir halk inancına göre, toprağın altına hapsedilmiş bir varlığı tutuyordu.

Halil defteri okudukça babasının delirdiğini düşündü. Ama satır aralarında geçen tarihlerin neredeyse tümüyle kendi anılarındaki olaylarla örtüşmesi onu şaşkınlığa düşürdü. O yangın gecesi… annesinin sessizliği… hepsi bu lanetin parçası mıydı?

5. Bölüm: Korugan’ın Kapısı

Halil ertesi gün, defterde bahsedilen “Korugan’ın kapısı”nı aramaya koyuldu. Ormanın içinden geçen eski patikaları takip etti. Yarım gün sonra, eğilmiş ağaçların arasında kaybolmuş bir mağara ağzı buldu. Mağaranın girişinde taşla oyulmuş semboller vardı. Bunlar defterde de geçiyordu.

İçeri girdiğinde, ayaklarının altında kırık seramik parçaları, hayvan kemikleri ve kurumuş kan izleri buldu. Tavanı alçak, havası nemliydi. Mağaranın sonunda eski bir taş kapı vardı. Kapının ortasında bir yuva ve etrafında yazılar: “Uyanana dek gömülü, uyanınca sonsuz olur.”

Halil, defterde tarif edilen şekilde yuvasına babasının yüzüğünü yerleştirdi. Taş kapı yavaşça açıldı. Arkasında karanlık ve sessizlik vardı. Ama içeri girmesi gerektiğini hissetti. Sanki onu bekleyen bir şey vardı.

6. Bölüm: Uyanış

Korugan’ın içi geniş ve karanlıktı. Ortasında, bir sunağın üstünde taşlaşmış bir yaratık heykeli vardı. Ancak Halil yaklaştıkça heykel çatlamaya başladı. Taşın altından, deri gibi siyah bir doku belirdi. Yaratık yavaşça gözlerini açtı.

Halil’in kulaklarında çınlayan bir ses duyuldu:

“Soyundan gelen beni mühürledi. Soyundan gelen beni serbest bıraktı. Şimdi borç ödenecek.”

Halil kaçmak istedi ama ayakları yere mıhlanmış gibiydi. Yaratık, Halil’e dokunduğu anda, zihninde bir kasırga koptu. Görüntüler… annesi, babası, yangın, köy halkı… Hepsi bu varlık tarafından kontrol edilen bir lanetin parçasıydı. Babası onu korumak için mezrayı terk etmişti. Annesi, o gece yaratığı yeniden mühürlemek için hayatını vermişti.

7. Bölüm: Mühür

Halil, babasının defterindeki son çareyi hatırladı. Yaratık ancak gönüllü bir “taşıyıcı” tarafından tekrar mühürlenebilirdi. Ve bu, sadece kan bağından biri olmalıydı.

O an kararını verdi. Sunağın üstüne çıktı. Göğsünü yaratığın pençesine doğru kaldırdı. Yaratık onu bir kılıç gibi deldiğinde, Korugan’ın duvarları titredi. Yaratık bir çığlıkla taşlaşmaya başladı. Son sözü, Halil’in kulağında yankılandı:

“Sen de şimdi benim gibi bekleyeceksin…”

8. Bölüm: Sessizlik

Günler sonra köye gelen bir tapu memuru, Halil’i bulamadı. Ev kilitliydi, her şey yerli yerindeydi. Sadece masada duran defterin ilk sayfası değişmişti:

“Kırkayak Mezrası’nda her şey sakindir. Ta ki uykular bozulana dek.”

Mağaranın girişi yeniden toprakla örtülmüş, Korugan kapanmıştı. Ama toprak… nefes alıyor gibiydi.


Bu içeriği paylaşın:

Leave a Comment

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir