Küçük bir sahil kasabası olan Kıyıdere, yazın sıcak, kışın ise nemli ve kasvetli havasıyla bilinirdi. Denizin dalgaları, gri kayalıklara çarparken çıkardığı ses, kasabanın tek sabit melodisiydi. Kıyıdere’de herkes birbirini tanır, sırlar ise ya dalgalarla denize karışır ya da kasabanın dar sokaklarında fısıldanırdı. Ancak kimse, o yaz gecesi başlayan olayların, kasabanın tarihini sonsuza dek değiştireceğini bilmiyordu.1. Yeni MisafirEylül ayının son günleriydi. Hava serinlemiş, turistler çekilmiş, kasaba sakin bir uykuya dalmıştı. Kıyıdere’nin tek pansiyonu, “Deniz Feneri” adını taşıyan, iki katlı, ahşap bir binaydı. Pansiyonun sahibi, ellili yaşlarındaki Meliha, yıllardır aynı rutini sürdürüyordu: kahvaltı hazırlar, odaları temizler, akşamları da verandada naber çayı içerdi. Ancak o akşam, pansiyonun kapısı çalındığında, Meliha’nın hayatı değişecekti.Kapıyı açtığında karşısında uzun boylu, zayıf bir adam duruyordu. Siyah bir şapka, koyu renk bir palto ve elinde eski model bir valiz. Adamın yüzü solgundu, gözleri ise derin bir yorgunlukla doluydu. “Bir oda var mı?” diye sordu, sesi sakin ama kararlıydı. Meliha, adamın yabancılığına rağmen, kasabanın misafirperverliğini bozmadı. “Tabii, buyrun,” dedi ve adını sordu. Adam, kısa bir duraksamadan sonra, “Cem,” dedi. “Cem Karaca.”Cem, ikinci kattaki en küçük odayı tuttu. Valizini yere bırakır bırakmaz, pencereyi açtı ve denize bakarak uzun uzun durdu. Meliha, adamın tavırlarında bir tuhaflık sezdi ama üstelemedi. Yıllar ona, insanların sırlarını sorgulamamayı öğretmişti. Ancak kasabada bir yabancının varlığı, kısa sürede kulaktan kulağa yayıldı. Kıyıdere’nin dedikodu değirmeni çalışmaya başlamıştı bile.Ertesi sabah, kahvaltı masasında Cem, diğer konuklarla pek konuşmadı. Sadece, kasabanın tarihine dair birkaç soru sordu: “Bu kasabada eski bir konak var mı? Büyük, taş bir bina, belki terk edilmiş?” Meliha, kaşlarını kaldırdı. “Kara Konak’tan mı bahsediyorsun?” dedi. “O ev yıllardır boş. Kimse yaklaşmaz, lanetli derler.” Cem’in gözlerinde bir anlık bir kıvılcım parladı, ama hemen söndü. “Merak ettim sadece,” dedi ve konuyu kapattı.2. Kara Konak’ın GölgesiKara Konak, Kıyıdere’nin en eski yapılarından biriydi. Kasabanın tepesinde, ormanın kenarında, denize nazır bir konumda duruyordu. Yıllar önce, zengin bir tüccar olan İsmail Bey’in ailesine aitti. Ancak 1970’lerde, İsmail Bey’in karısı ve iki çocuğu konakta esrarengiz bir şekilde kaybolmuştu. Kimileri cinayetten bahseder, kimileri intihar derdi, ama kimse gerçeği bilmiyordu. O günden sonra konak terk edilmiş, kapıları zincirlenmiş, pencereleri tahtalarla kapatılmıştı. Kasabalılar, konağın lanetli olduğuna inanır, geceleri oradan geçenlerin gölgeler gördüğünü, fısıltılar duyduğunu anlatırdı.Cem, ikinci gününde konağa doğru yola çıktı. Meliha, ona engel olmaya çalıştı. “Oraya gitme, hayır gelmez,” dedi, ama Cem kararlıydı. “Sadece bakacağım,” diye yanıtladı ve sırt çantasını alarak ormana doğru yürüdü. Kasabalılar, onun konağa gittiğini öğrenince dedikodular alevlendi. Kimisi, Cem’in define avcısı olduğunu söyledi; kimisi, İsmail Bey’in uzak bir akrabası olduğunu. Ama kimse, onun gerçek niyetini bilmiyordu.Konağa vardığında, Cem kapıdaki zincirleri inceledi. Paslanmış ama sağlamdı. Cebinden küçük bir tel çıkardı ve birkaç dakika içinde kilidi açtı. İçeri girdiğinde, tozlu mobilyalar, kırık aynalar ve çürümüş halılarla dolu bir dünya onu karşıladı. Duvarlarda, İsmail Bey’in ailesine ait soluk fotoğraflar asılıydı. Cem, bir odada durdu ve duvardaki bir portreyi inceledi: Genç bir kadın, siyah saçlı, hüzünlü gözlerle bakıyordu. “Zeynep,” diye fısıldadı Cem, sanki kadını tanıyormuş gibi.3. Gölgeler ve FısıltılarCem, sonraki günlerde konağa sık sık gitti. Yanında bir defter, kalem ve eski bir el feneri taşıyordu. Geceleri pansiyonda, defterine karalamalar yapar, haritalar çizerdi. Meliha, bir akşam dayanamayıp sordu: “Cem, ne arıyorsun o konakta? Define mi, yoksa başka bir şey mi?” Cem, gülümsedi ama gözleri soğuktu. “Hakikati arıyorum,” dedi. “Bazı sırlar, gömülü kalmaz.”Kasabada, Cem’in konağa olan ilgisi rahatsızlık yaratmaya başlamıştı. Balıkçı Kahvesi’nde oturan yaşlılar, “Bu adam belayı çağırıyor,” diyordu. Gençlerden biri, Mert, Cem’i takip etmeye karar verdi. Bir akşam, konağa doğru giderken Cem’in peşine takıldı. Karanlıkta, konağın pencerelerinden sızan слабый ışık gördü. Sessizce yaklaştı ve bir pencereden içeri baktı. Cem, bir odanın ortasında, yerde bir halıyı kaldırıyor ve altında bir kapak açıyordu. Mert, kalbinin hızla attığını hissetti. Tam o sırada, Cem başını kaldırdı ve pencereye baktı. Mert, korkuyla geri çekildi ve koşarak kasabaya döndü.Ertesi gün, Mert’in anlattıkları kasabayı çalkaladı. “Konağın altında bir şeyler var! Define mi, ceset mi, bilmiyorum!” dedi. Meliha, Cem’e bu söylentileri sordu, ama Cem sadece omuz silkti. “İnsanlar hayal kurmayı sever,” dedi. Ancak o gece, pansiyonda bir gariplik oldu. Meliha, Cem’in odasından gelen fısıltıları duydu. Kapıyı çaldı, ama kimse açmadı. İçeri girdiğinde, Cem’in yatağında olmadığını gördü. Pencere açıktı, rüzgar perdeyi savuruyordu. Masanın üzerinde, Cem’in defteri duruyordu. Meliha, dayanamayıp defteri açtı. Sayfalar, haritalar, notlar ve bir ismin tekrar tekrar yazıldığı çizimlerle doluydu: Zeynep Karaca.4. Ters KöşeBir hafta sonra, kasabada bir cenaze telaşı başladı. Mert, konağın yakınındaki ormanda, bir ağacın dibinde ölü bulunmuştu. Boynunda bir ip, elleri bağlıydı. Polis, intihar dedi, ama kasabalılar inanmadı. “Bu Cem’in işi!” dediler. “O konakta ne yaptıysa, Mert’i öldürdü!” Cem, suçlamalar karşısında sakinliğini korudu. Polis, onu sorguya çekti, ama konağa gittiğine dair somut bir kanıt yoktu. Cem, “Ben sadece tarih araştırıyorum,” dedi ve serbest bırakıldı.Ancak kasaba artık huzursuzdu. Meliha, Cem’in odasını aramaya karar verdi. Defterde, Zeynep Karaca’nın İsmail Bey’in karısı olduğunu okumuştu. Ama Cem, neden bu kadar takıntılıydı? Bir akşam, Cem konağa giderken, Meliha da peşine takıldı. Karanlıkta, konağın bodrumuna inen merdivenleri buldu. Cem, bir meşale yakmış, duvardaki taşları inceliyordu. Meliha, saklandığı yerden onu izlerken, Cem’in kendi kendine konuştuğunu duydu: “Zeynep, seni bulacağım. Bana söyledikleri yalan, biliyorum.”Tam o sırada, bir gölge Meliha’nın arkasında belirdi. Kalbi duracak gibi oldu. Gölge, yavaşça yaklaştı ve Meliha’yı omzundan tuttu. Çığlık atmak üzereyken, gölgenin yüzü ışığa çıktı: Bu, kasabanın yaşlı balıkçısı Hüseyin’di. “Sus, ses çıkarma,” dedi fısıltıyla. “O adam deli değil. Ama tehlikeli.” Hüseyin, Meliha’yı dışarı çıkardı ve anlattı: “Cem, Zeynep’in oğlu. İsmail Bey’in ailesi kaybolmadı, öldürüldü. Cem, bunun intikamını almak için geri döndü.”5. Gerçeğin YüzüHüseyin’in anlattıkları, Meliha’yı şoke etti. Yıllar önce, İsmail Bey’in ailesi, kasabanın ileri gelenleri tarafından öldürülmüştü. Sebep, İsmail Bey’in kasabanın topraklarını satın almak isteyen bir şirkete karşı çıkmasıydı. Şirket, kasabalıları parayla satın almış, İsmail Bey ve ailesini ortadan kaldırmıştı. Ancak kimse, ailenin küçük oğlu Cem’in hayatta olduğunu bilmiyordu. Cem, yurtdışında büyümüş, yıllar sonra gerçeği öğrenmiş ve intikam için Kıyıdere’ye dönmüştü.Meliha, korku ve merak arasında sıkışmıştı. Cem’in konağın bodrumunda ne aradığını öğrenmek için Hüseyin’le geri döndü. Bodrumda, bir sandık buldular. İçinde, İsmail Bey’in yazdığı bir günlük vardı. Günlükte, kasabanın ileri gelenlerinin isimleri, cinayetin detayları ve şirketin planları yazıyordu. Ama asıl şok, günlüğün son sayfasındaydı: “Zeynep hayatta. Onu İstanbul’a kaçırdılar. Şirket, onu susturmak için rehin tutuyor.”Cem, sandığı açtığında, Meliha ve Hüseyin’le karşılaştı. Silahını çekti, ama Meliha sakin bir şekilde konuştu: “Cem, biz de gerçeği öğrendik. Annen hayatta olabilir. İntikam yerine, onu bulalım.” Cem’in gözleri doldu. Yıllardır annesinin öldüğüne inanmıştı. Ama şimdi, bir umut ışığı vardı.6. Son Ters KöşeCem, Meliha ve Hüseyin, İstanbul’a gittiler. Günlükteki ipuçlarını takip ederek, Zeynep’in bir huzurevinde, sahte bir isimle yaşadığını buldular. Ancak karşılaştıkları gerçek, hepsini şoke etti: Zeynep, aslında kasabanın cinayetlerini planlayan şirketin gizli ortağıydı. Ailesini kurtarmak için İsmail Bey’i kandırmış, ama plan ters gitmiş, çocuklarını kaybetmişti. Cem’in hayatta olduğunu bilmiyordu. Yıllarca suçlulukla yaşamış, kendini cezalandırmak için sahte bir kimlikle saklanmıştı.Cem, annesiyle yüzleştiğinde, öfkesi ve sevgisi arasında sıkıştı. Zeynep, gözyaşları içinde oğlundan af diledi. Ama Cem, “Bunu affetmek, babamı ve kardeşlerimi geri getirmez,” dedi ve polise her şeyi anlattı. Zeynep, suçunu itiraf etti ve şirketin kirli oyunları ortaya çıktı. Kasaba, yıllardır sakladığı sırlarla yüzleşmek zorunda kaldı.Cem, Kıyıdere’ye geri dönmedi. Meliha, pansiyonun verandasında çayını yudumlarken, dalgaların sesini dinledi. Kara Konak, bir daha açılmamak üzere mühürlendi. Ama kasabanın fısıltıları hiç bitmedi.
Bu içeriği paylaşın: