“Anlatıcı”

“Anlatıcı”


Bölüm 1: Günlük 47

Bugün de onunla konuşmadım. Sesimi duymasın istiyorum. Beni duymasın. Ama o hep orada. Aynı odada, aynı masa, aynı kahve. Kafamın içinde bir yankı gibi dolanıyor.

Adı Kerem. Psikoloji öğrencisi. Mezuniyet tezi için “İçsel Sesler ve Bilinç Dışı Anlatıcılar” üzerine çalışıyor. Konusu bu kadar çarpıcı olmasaydı, dikkatimi bile çekmezdi. Ama bir gün kampüste rastlaştığımızda söyledikleri… beni durdurdu.

“Bazen insanın zihnindeki ses… kendisinden daha zekidir,” demişti.
O an ne demek istediğini anlamamıştım.

Şimdi anlıyorum. Belki de o ses… benim.

Bölüm 2: 3. Şahıs

Kerem günlüğünü yazmayı bir tür arınma olarak görüyordu. Sayfalar dolusu düşünce, ama içinde kimseyle paylaşamadığı şeyler saklıydı. Bazen üçüncü tekil şahısla yazıyordu.

“Kerem aynaya baktı. Gözleri uykusuzdu. Düşünceleri yine ondaydı. Anlatıcı. Kendi zihnindeki yabancı.”

Başta şakaydı. İçindeki anlatıcıyla konuşuyordu. Onun yerine düşünmesini sağlıyordu. “Kerem şimdi susacak,” diyordu. Gerçekten susuyordu. “Kerem şimdi ağlayacak,” dediği an gözyaşı geliyordu. Bir tür oto-hipnoz zannediyordu.

Ama sonra… kontrol değişti. Artık anlatıcı emir vermiyordu, yazıyordu. Kerem’in ne yapacağını, nasıl davranacağını. Ve en kötüsü: ne zaman öleceğini.

Bölüm 3: Öngörü

Anlatıcı günlükte şöyle yazdı:

“Kerem bu yazıyı yazdıktan 6 saat sonra karşıdan gelen arabanın farında gözlerini kısacak ve adım atacak. Bir saniye sonra fren sesi duyulacak. Ancak geç olacak.”

Kerem bu satırları yazarken terledi. “Ben bunu yazmadım,” dedi. “Ben… bunu düşünmedim bile.” Ama oradaydı. Defterdeki el yazısı kendi el yazısıydı.

Arkadaşına mesaj attı. Defteri gönderdi. “Bunu ben yazdım mı?” diye sordu.

Cevap birkaç saat sonra geldi:
“Abi senin el yazın ama… bu sayfada tarihler tutmuyor. Bugünün tarihi yok. Tarih: 14 Haziran 2025. Bugün 2 Haziran…”

O sırada Kerem defteri çevirdi. Arka sayfada son bir cümle yazıyordu:

“Eğer bu satırları okuduysan… artık çok geç.”

Bölüm 4: Sapma

Kerem ölüm korkusuyla dışarı çıkmadı. Günlerce kapalı kaldı. Yatmadı. Aynaya bakmadı. Kitap okumadı. Tek yaptığı şey yeni defterler alıp yazmaktı. Anlatıcının yazısını bastırmaya çalıştı.

Ama ne yazarsa yazsın, ertesi sabah defterin son sayfasında anlatıcının sesiyle yazılmış yeni bir paragraf buluyordu.

Bir sabah kalktığında aynanın üzerinde rujla yazılmış bir cümle gördü:
“Kendinden kaçamazsın.”

O gün camı kırdı. Aynayı parçaladı. Bilgisayarını yaktı. Defterleri gömdü.

Ama ses, kafasının içindeydi artık.

Bölüm 5: Ters Köşe

Psikiyatrist, “Dissosiyatif yazım sendromu” dedi. Yani kendi zihninin bir karakter yarattığını, bu karakterin de onun kontrolünü zamanla ele geçirdiğini savundu.

Kerem iyileştiğine inandırıldı. Hayatına döndü. Mezun oldu. Yeni defterler aldı. Yeni bir hikâye yazmaya başladı.

Bu hikâyede bir genç vardı. Adı Tolga’ydı. Kendi zihnindeki sesle savaşan, sonunda gerçekle yüzleşen bir genç.

Hikâyenin sonunda Tolga, bir sabah gözlerini açıyor ve aynaya bakıyordu.
Aynadaki yansıma ona şöyle diyordu:

“Sen Kerem değilsin.”

Ve okur anladı:

Anlatıcı asla Kerem değildi.
En başından beri anlatıcı, okurun kendisiydi.
Ve şimdi bu satırları okuyan kişi… bir karakterdi.


Son:
Ekran karardı.
Sayfa kapandı.
Sen kendine geldin.

Ama artık çok geçti.


Bu içeriği paylaşın:

Leave a Comment

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir